TV52’nin “A’dan Z’ye” Programında Ordu’da Yapılan Siyanürlü Maden Arama Çalışmaları Tartışıldı

Ordu’nun doğasını tehdit eden siyanürlü maden arama çalışmaları, TV52’nin “A’dan Z’ye” programında masaya yatırıldı. Programda, madencilik faaliyetlerinin çevresel etkileri ve yerel halkın bu faaliyetlere karşı verdiği mücadele detaylı bir şekilde ele alındı. Uzmanlar, su kaynaklarının kirlenmesi ve ekosistemin tahrip olma riskine dikkat çekerken, çevre avukatı Nur Hilal Gündüz, hukuki mücadele yollarını anlattı. Yerel halkın 13 Ekim’de düzenleyeceği büyük miting ile seslerini duyurmayı planladığı belirtildi.
TV52’nin “A’dan Z’ye” Programında Ordu’da Yapılan Siyanürlü Maden Arama Çalışmaları Tartışıldı

Ordu'daki madencilik faaliyetleri nedeniyle bölgenin doğasının tahrip edilmesine karşı yapılan bir televizyon programının özetini içeriyor. Programın amacı, halkı bilgilendirmek ve çevresel felaketlere karşı ortak bir mücadele başlatmak. Konuklar, madencilik faaliyetlerinin çevresel etkilerini, özellikle su kaynakları üzerindeki zararlarını vurguluyorlar.

Ayrıca, programda yer alan uzmanlar altın madenciliğinin ekonomik katkısını kabul ederken, doğru yöntemlerin kullanılmaması durumunda doğanın geri dönüşü olmayan şekilde tahrip olacağını belirtiyorlar. Siyanürle yapılan madenciliğin yeraltı sularını kirletme riskine dikkat çekiliyor ve yerel halkın haklarını savunmak için hukuki mücadele gerektiği vurgulanıyor. Konuşmacılar, halkın yanında durarak çevresel felaketleri önlemek için bir araya gelmeleri gerektiğini söylüyor.

Hukuki açıdan, çevre avukatı Nur Hilal Gündüz, yer altı zenginliklerinin doğru yönetilmesi gerektiğini, ancak toprak üzerindeki yaşamın altından daha değerli olduğunu ifade ediyor. Toprağın korunması ve halkın doğasını savunması gerektiğini, bu tür projelere karşı hukuki yolların takip edilmesi gerektiğini vurguluyor.

Aybastı Perşembe Yaylası'ndaki sondaj çalışmaları ve madencilik faaliyetleri, bölgenin su kaynaklarını ve ekosistemini tehdit ediyor. Ordu'nun önemli su havzalarından biri olan bu alan, yağmurla beslenen yeraltı su kaynaklarıyla şehrin su ihtiyacını karşılıyor. Menderesler de bu su kaynaklarının kritik bir parçası. Sondajın tamamlanmasıyla birlikte bölgede altın arama ve işletme süreçlerinin başlaması bekleniyor. Ancak bu sürecin ilerlemesi, toprağın, suyun ve havanın ciddi anlamda kirlenmesine yol açacak. Özellikle siyanür ve sülfürik asit gibi kimyasalların kullanımı, maden drenajlarıyla birlikte doğanın ve halk sağlığının zarar göreceği anlamına geliyor.

Yerel halk, bu madencilik faaliyetlerine karşı ciddi bir mücadele veriyor. Suların kirlenmesi ve ekosistemin tahrip olması endişesi, çevreyi koruma ve doğaya sahip çıkma reflekslerini harekete geçiriyor. Ancak maden arayan ve işleten şirketlerin baskıları da giderek artıyor. Vatandaşların gözünü korkutmak için hukuki süreçler ve mobbing gibi yöntemler kullanılıyor. Bu durum, halkın tepkilerini ve direnişini artırıyor.

Bölge halkı, 13 Ekim’de büyük bir miting düzenleyerek seslerini duyurmayı planlıyor. Amaç, bu kıymetli doğa alanının yok edilmesine karşı geniş çaplı bir kamuoyu oluşturarak mad Katılımcılar, vatandaşların topraklarını ve yaşam alanlarını koruma hakları üzerine odaklanıyor. Toprağını korumak isteyen köylülerin, Fatsa örneğinde olduğu gibi sondaj çalışmalarına karşı çıkarak meşru yollarla eylemler yapmalarının önemi vurgulanıyor. Mahkemelerin, köylülerin bu mücadelelerini haklı bulup beraat kararı verdiği belirtiliyor.

Siyasi farklılıkların, bu tür çevre ve doğa koruma mücadelelerinde ayrıştırıcı olmaması gerektiği, aksine vatandaşların ortak bir amaç uğruna birleşmesi gerektiği vurgulanıyor. Sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler, ticaret odaları ve baroların bu konuda öncü olmaları gerektiği, bu birlikteliğin mücadeleye güç katacağı dile getiriliyor.

Ayrıca, bilimsel veriler ve raporlar gibi sağlam temellerle hareket etmenin önemine değiniliyor. Her türlü mücadelede, bilimsel verilerle desteklenen ve korkusuzca ortaya konan sağlam bir duruşun başarılı sonuçlar getireceği ifade ediliyor.

Madencilik faaliyetlerini durdurmak ve Ordu'nun su kaynaklarının korunmasını sağlamak.

Bu konuşma, madencilik faaliyetlerinin çevreye olan etkileri ve ekonomik boyutları üzerine yapılan derinlemesine bir tartışmayı yansıtıyor. Altının sadece ekonomik bir meta olarak değil, aynı zamanda teknolojik ve savunma sektörlerinde önemli bir yer tuttuğu vurgulanıyor. Ancak madencilik faaliyetlerinin çevreye verdiği zarar, özellikle su kaynaklarının kirlenmesi ve doğal habitatların tahrip edilmesi gibi ciddi sorunlar da dile getiriliyor.

Konuşmada, özellikle Fatsa ve Aybastı gibi yerlerde altın madenciliği faaliyetlerinin sonuçlarına dikkat çekiliyor. Fatsa örneğinde, çevre halkının uzun yıllar süren mücadelesi sonucunda madencilik faaliyetlerinin durdurulduğu belirtiliyor. Ancak bu zaferin ardından başka bölgelerde yeni ruhsatların verilmesi, doğa ve çevre savunucularının mücadelelerinin bitmediğini gösteriyor.

Ayrıca, yabancı firmaların yerel kaynakları sömürerek yerel halkı işçileştirdiği ve ekonomik kazançları kendi ülkelerine taşıdığı konusu da eleştiriliyor. Madencilik faaliyetlerinin çoğunlukla yabancı şirketler tarafından yürütüldüğü ve yerel halkın bu süreçten sadece çok küçük bir pay aldığı belirtiliyor. Bu durumun, ülkenin kaynaklarının yeterince değerlendirilemediği ve halkın fakirleştiği bir tabloya yol açtığı vurgulanıyor.

Son olarak, kapalı madencilik sistemlerinin de çevresel felaketlere yol açabileceği, Gümüşhane ve Şebinkarahisar’daki heyelanlar gibi örneklerle destekleniyor. Bu nedenle, mevcut madencilik tekniklerinin çevreye zarar vermeden uygulanamayacağı ve bu faaliyetlerin Türkiye'de ciddi sorunlar doğurduğu görüşü ifade ediliyor.

Bu konuşmada çevresel sorunlar, altın madenciliği ve hukuki mücadele yöntemleri ele alınıyor. Konuşmacılar, doğaya zarar veren madencilik faaliyetlerine karşı hukuki ve toplumsal mücadele yollarını tartışıyorlar. İşte bazı temel noktalar:

  1. Hukuki Mücadele: Yerel halkın, meralarının ve yaşam alanlarının madencilik faaliyetleriyle gaspedildiğini düşündüğü durumlarda, ruhsatların iptali için idare mahkemelerine başvurabileceği vurgulanıyor. Bölge halkının topluca hareket etmesi ve birlikte dava açmasının önemi belirtiliyor.
  2. Toplumsal Tepkiler ve Eylemler: Sadece hukuki yollara başvurmak yeterli değil, toplumsal eylemler ve mitingler de bu tür çevresel zararların durdurulması için gerekli görülüyor. Bu, aynı zamanda ulusal bir mesele olarak ele alınmalı, çünkü Türkiye'nin herhangi bir yerinde doğaya verilen zarar, tüm ülkeyi etkileyebilir.
  3. Şirketlerin Rolü ve Siyasi Bağlantılar: Madencilik şirketlerinin süreçteki şeffaflıktan yoksun ve kâr amaçlı hareket ettikleri belirtiliyor. Şirketlerin, kazançlarını maksimize etmek için yerel halkın haklarını ve doğayı ihmal ettiklerine dair eleştiriler yapılıyor. Ayrıca bu şirketlerin, devlet kurumlarından izin alırken siyasi ve ekonomik ilişkilerle avantaj elde ettikleri dile getiriliyor.
  4. Altın Madenciliğinin Etkileri: Altın madenciliğinin sadece siyanür kullanımıyla değil, aynı zamanda ağır metallerin çevreye yayılmasıyla da büyük bir çevresel tehdit oluşturduğu belirtiliyor. Bu tehdit, yalnızca yerel halkı değil, ülkenin geneli için tehlikeli olarak nitelendiriliyor.

Sonuç olarak, hukuki ve eylemsel yollarla bir araya gelmenin önemi vurgulanıyor. Bu mücadele yalnızca yerel değil, ulusal bir mesele olarak ele alınmalı ve doğanın korunması için toplumsal bilincin artırılması gerektiği ifade ediliyor.

Bu programda, Aybastı Perşembe Yaylası'ndaki madencilik faaliyetlerine karşı çıkan halkın haklı mücadelesi ve bu sürecin nasıl yönetilmesi gerektiği tartışılıyor. Konuşmacılar, mahkeme kararlarına rağmen idarecilerin doğa katliamını durdurmaması üzerine hukuki yolların ve halkın demokratik tepkisinin önemi üzerinde duruyorlar. Halkın, provokasyonlara kapılmadan, demokratik ve barışçıl bir şekilde tepkilerini göstermeleri gerektiği vurgulanıyor.

İstanbul ve Ankara'daki Ordu derneklerinin ve STK'larının bu süreçte daha aktif rol alması gerektiği ifade ediliyor. Ayrıca, teknik ve hukuki açıdan çalışmaların eksiksiz yürütülmesi ve bilirkişi raporlarının önemine dikkat çekiliyor.

Son olarak, bölgeden sorumlu yetkililerden, özellikle Hilmi Güler’den sürece daha fazla destek bekleniyor. Program, bu doğa katliamına karşı tüm siyasi partiler ve STK’ların birlik olup harekete geçmesi gerektiği çağrısıyla sona eriyor.

Proğramın özetinde edindiğim fikirler bunlar lakin program videosu ekdedir.

 

Yorum Yazın